KOCA bir kırk yıl
geçmiş. Buna rağmen 12 Eylül 1980’in ve sonrasının karanlık günleri hâlâ
hâfızalarda canlılığını muhafaza ediyor. Bizim gibi o günleri yaşayan
insanların bugünlerin kıymetini iyi bilmesi gerekir.
Öte
yandan bugünün genç nesillerinin idareden ve yaşamdan şikâyet etmelerini doğal
karşılamak gerekir. Her ne kadar geçmişin ahvalini büyüklerinden ve diğer
kaynaklardan dinliyor olsalar da, onlardan, büyüklerin hissiyatını
bekleyemeyiz; elbette her şeyin daha iyisini talep edeceklerdir.
Bununla
beraber, yaşlı-genç herkesin geçmişte yaşananların sebeplerini iyi anlayıp
kavraması, milletçe geleceğimizin selâmeti bakımından önem arz ediyor. 1950’de
demokratik hayata geçişimizden itibaren geçmişe şöyle bir baktığımızda,
milletimizin doğru dürüst bir gün yüzü görmediğini, ne zaman az çok bir huzura
kavuşacak gibi olduğumuzda devreye hemen birtakım ellerin giriverip her şeyi
altüst ettiğini, akabinde de demokrasimize paydos ettirdiklerini, Devletimizin
başına kendi emellerine uygun bir dikta yönetimi yerleştirdiklerini görüyoruz.
12 Eylül Darbesi, bu kısır döngünün çok önemli duraklarından birisidir!
Garip
olan, bütün bu işlerin birtakım karanlık eller tarafından tezgâhlandığının ve
bu ellerin dışarıdan olduğunun bunca yıl anlaşılamamış, dolayısıyla da tekrar
tekrar aynı tuzağa düşülmüş olmasıdır. Câhillik mi, gaflet mi, yoksa çâresizliğin
bir sonucu mudur, her ne ise, bu durumlar ülkemize çok pahalıya patlamış,
hesaba sığmayan bedeller ödememize sebep olmuş ve kalkınmamız, demokrasimiz,
millî huzurumuz çok büyük yaralar almıştır.
12
Eylül Darbesi, öncesi ve sonrasıyla, özellikle yetişmiş insan kaybımız
bakımından apayrı bir önemi haizdir.
Bu
işleri tezgâhlayanların, dost sandığımız emperyalist ülkeler, özellikle de ABD
olduğunu bugün artık biliyoruz.
Emperyalizmin
metodu aslında çok nettir. Önce ülkemizde var olan küçük bazı farklılıkları
kaşıyarak toplumsal kamplaşmalar, kamplar arasında itişmeler, çatışmalar ve
nihâyet kavgalar çıkarmak, bu sûretle hem milletimizin enerjisini ve
kaynaklarını tükettirmek, hem de ülkede kargaşa çıkararak ülkeyi yönetilemez
hâle getirmenin ardından son darbeyi indirmek yani askerî darbe yaptırmaktır.
Bu
işleri tezgâhlamak için gerekli olan işbirlikçileri bulmak, ABD için daima çok
kolay olmuştur. Çünkü yıllardır “dostluğumuzu” istismar ederek ülkemizdeki her kesimin
içlerine kadar nüfûz edip ihtiyaç duyduğu elemanları rahatça devşirebilmiş, bunları
beslemiş, eğitmiş, netîcede istediği gibi kullanmıştır.
Dışarıya
alan, içeriye zulüm saçan 12 Eylül
“12
Eylül”e giden yol çok kanlıdır!
ABD,
metodunu ülkemizde çok vicdansızca ve zalimce uyguladı. Aslında sun’i olarak
sağ-sol şeklinde böldüğü gençliği birbiriyle insafsızca savaştırdıktan sonra,
“Bizim çocuklar” dediği, ordumuzun öz komutanlarına istediği darbeyi yaptırdı.
Hedefine
ulaştıktan sonra, aynı günün ertesinde ülkemizdeki kaosun, her gün vuku bulan
onlarca cinayetin bıçak gibi kesilmiş olması, Emperyalizmin içimizdeki gücünü
açıkça ortaya koymuştur.
Darbe
ortamının oluşturulmasında, toplum üzerinde etkili olan bazı siyâsî liderlerin
kavgayı körükleyici tavırlarının önemli rolü oldu. Özellikle CHP’nin Genel
Başkanı Bülent Ecevit ile MHP’nin Genel Başkanı Alpaslan Türkeş, emperyalizmin
gökte ararken yerde bulduğu insanlar gibi oynadılar, kendi tabanlarını
kışkırtmada âdeta yarıştılar.
Mamafih
Alpaslan Türkeş, 1977 ortalarında durumun vahametini idrak ederek “Gönül
Seferberliği” sloganıyla karşı tarafa barış eli uzattı ise de artık çok geçti!
Ecevit’in
kışkırtmalarına devam etmesi, emperyalizmin her iki karşıt grup içerisine
sokmuş olduğu ajanlarının da kışkırtmaları sebebiyle onun bu teşebbüsünün
olumlu hiçbir etkisi olmadı.
Dört
kuvvet komutanıyla beraber ABD adına darbeyi gerçekleştiren Genelkurmay Başkanı
Kenan Evren, Devletin başına geçip oturdu. ABD acaba daha önce Türkiye’den
neleri isteyip alamıyordu da Kenan Evren’den bunları almıştır?
Bunların
içinde bizim gördüklerimiz ve de göremediklerimiz vardır. Bu ayrı bir yazı
konusu ama başlıcası, İsrail’le uyumlu, Sovyetlerden uzak, kendilerine tâbi bir
dış politika ve de savunma sanayiinden uzak durulmasıdır!
O
yıllarda Yunanistan, uzun zamandır NATO’ya girmek istiyordu. Ancak darbe
öncesindeki hükûmetlerimiz NATO’da bunu veto ederek engelliyorlardı. Kenan
Evren başa geçer geçmez NATO Başkomutanı Rogers’ın talebi üzerine, karşı
taraftan hiçbir şey almadan Yunanistan’a karşı blokajı kaldırdı ve böylece
Yunanistan, NATO üyesi olabildi. Devletimiz bunun zararını bugün görüyor!
12
Eylül Darbesi ile ülkede sağ-sol kavgası durduruldu ama bu defa da Kenan Evren
idaresinin zulmü başladı. Ülkücü, Devrimci ve Kürtçü suçlamasıyla binlerce
insan tutuklandı, suçsuz yere cezaevlerine atılıp akıl almaz işkencelere maruz
bırakıldı; onlarcası idam edildi, onlarcası işkence altında hayatını kaybetti yahut
sakat bırakıldı. Ülkede bir korku rejimi meydana geldi. Siyâsî partiler
kapatıldı, yöneticileri tutuklandı, sürgüne gönderildi.
MHP’nin
Genel Başkanı Alpaslan Türkeş dâhil, partisinin ve Ülkücü derneklerin bütün
yöneticileri Mamak Askerî Kışlasına hapsedilip yargılandı. Yurtdışına kaçabilen
canını kurtardı, Mamak’ta Ülkücülere ve Solculara çok büyük işkenceler yapıldı.
Bir
sürü suçsuz Kürt vatandaşı, Kürtçülük suçlamasıyla Diyarbakır Cezaevi’ne
hapsedilerek insanlık dışı işkencelere maruz bırakıldı. PKK’nın ortam bulmasının
en önemli sebeplerinden biri, Kürtlere bu kitle hâlinde yapılan zulümdür!
Kenan
Evren yönetiminin ülkeye yaptığı en büyük kötülüklerden birisi de, 12 Eylül
öncesi yaşanan sağ-sol kavgasının sebebini, gençlerin ideoloji sahibi olmalarına
bağlaması ve bu sebepten yeni nesillerin fikirden uzak, hayatı eğlencesiyle
yaşayan gençler olarak yetişmesini hedef alan bir eğitim programı
uygulatmasıdır.
Kenan
Evren’den sonra tekrar, yarım yamalak da olsa merhum Turgut Özal’ın Anavatan
Partisi iktidarıyla bir demokratik idareye geçildi. Turgut Özal her ne kadar
Amerika’ya hayran bir insan ve ABD ile azamî iyi ilişkiler içinde olma
gayretinde olmuş ise de, bu dahi ABD’yi tatmin etmemiş, illâ ki bir askerî
diktatörlük özlemi içinde Özal’ı önce suikastla ortadan kaldırmak istemiş,
olmayınca da zehirleterek öldürtmüştür.
28
Şubat 1997 Post-Modern Darbesi ve nihâyet 15 Temmuz 2016 başarısız FETÖ darbe
teşebbüsleri de ABD’nin işidir.
Emperyalizm
elbette ülkemizin yakasını asla bırakmak istemeyecektir. Buna karşı en büyük
şansımız, milletimizin bilinçlenmiş olması ve Devletimizin başında bütün bu
oyunlara vâkıf, cesaret ve dirayet sahibi Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın
bulunmakta oluşudur. Onun ve Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin sağladığı avantaj sayesinde,
her türlü zorluk ve sıkıntıya rağmen bugün ülkemizde bir istikrar ve güven
ortamı mevcûttur.
Mevlâ’mız,
geleceğimizi daha parlak eylesin! (Âmin.)