“12 Eylüller” istemiyoruz!

O yıllarda Yunanistan, uzun zamandır NATO’ya girmek istiyordu. Ancak darbe öncesindeki hükûmetlerimiz NATO’da bunu veto ederek engelliyorlardı. Kenan Evren başa geçer geçmez NATO Başkomutanı Rogers’ın talebi üzerine, karşı taraftan hiçbir şey almadan Yunanistan’a karşı blokajı kaldırdı ve böylece Yunanistan, NATO üyesi olabildi. Devletimiz bunun zararını bugün görüyor!

KOCA bir kırk yıl geçmiş. Buna rağmen 12 Eylül 1980’in ve sonrasının karanlık günleri hâlâ hâfızalarda canlılığını muhafaza ediyor. Bizim gibi o günleri yaşayan insanların bugünlerin kıymetini iyi bilmesi gerekir.

Öte yandan bugünün genç nesillerinin idareden ve yaşamdan şikâyet etmelerini doğal karşılamak gerekir. Her ne kadar geçmişin ahvalini büyüklerinden ve diğer kaynaklardan dinliyor olsalar da, onlardan, büyüklerin hissiyatını bekleyemeyiz; elbette her şeyin daha iyisini talep edeceklerdir.

Bununla beraber, yaşlı-genç herkesin geçmişte yaşananların sebeplerini iyi anlayıp kavraması, milletçe geleceğimizin selâmeti bakımından önem arz ediyor. 1950’de demokratik hayata geçişimizden itibaren geçmişe şöyle bir baktığımızda, milletimizin doğru dürüst bir gün yüzü görmediğini, ne zaman az çok bir huzura kavuşacak gibi olduğumuzda devreye hemen birtakım ellerin giriverip her şeyi altüst ettiğini, akabinde de demokrasimize paydos ettirdiklerini, Devletimizin başına kendi emellerine uygun bir dikta yönetimi yerleştirdiklerini görüyoruz. 12 Eylül Darbesi, bu kısır döngünün çok önemli duraklarından birisidir!

Garip olan, bütün bu işlerin birtakım karanlık eller tarafından tezgâhlandığının ve bu ellerin dışarıdan olduğunun bunca yıl anlaşılamamış, dolayısıyla da tekrar tekrar aynı tuzağa düşülmüş olmasıdır. Câhillik mi, gaflet mi, yoksa çâresizliğin bir sonucu mudur, her ne ise, bu durumlar ülkemize çok pahalıya patlamış, hesaba sığmayan bedeller ödememize sebep olmuş ve kalkınmamız, demokrasimiz, millî huzurumuz çok büyük yaralar almıştır.

12 Eylül Darbesi, öncesi ve sonrasıyla, özellikle yetişmiş insan kaybımız bakımından apayrı bir önemi haizdir.

Bu işleri tezgâhlayanların, dost sandığımız emperyalist ülkeler, özellikle de ABD olduğunu bugün artık biliyoruz.

Emperyalizmin metodu aslında çok nettir. Önce ülkemizde var olan küçük bazı farklılıkları kaşıyarak toplumsal kamplaşmalar, kamplar arasında itişmeler, çatışmalar ve nihâyet kavgalar çıkarmak, bu sûretle hem milletimizin enerjisini ve kaynaklarını tükettirmek, hem de ülkede kargaşa çıkararak ülkeyi yönetilemez hâle getirmenin ardından son darbeyi indirmek yani askerî darbe yaptırmaktır.

Bu işleri tezgâhlamak için gerekli olan işbirlikçileri bulmak, ABD için daima çok kolay olmuştur. Çünkü yıllardır “dostluğumuzu” istismar ederek ülkemizdeki her kesimin içlerine kadar nüfûz edip ihtiyaç duyduğu elemanları rahatça devşirebilmiş, bunları beslemiş, eğitmiş, netîcede istediği gibi kullanmıştır.

Dışarıya alan, içeriye zulüm saçan 12 Eylül

“12 Eylül”e giden yol çok kanlıdır!

ABD, metodunu ülkemizde çok vicdansızca ve zalimce uyguladı. Aslında sun’i olarak sağ-sol şeklinde böldüğü gençliği birbiriyle insafsızca savaştırdıktan sonra, “Bizim çocuklar” dediği, ordumuzun öz komutanlarına istediği darbeyi yaptırdı.

Hedefine ulaştıktan sonra, aynı günün ertesinde ülkemizdeki kaosun, her gün vuku bulan onlarca cinayetin bıçak gibi kesilmiş olması, Emperyalizmin içimizdeki gücünü açıkça ortaya koymuştur.

Darbe ortamının oluşturulmasında, toplum üzerinde etkili olan bazı siyâsî liderlerin kavgayı körükleyici tavırlarının önemli rolü oldu. Özellikle CHP’nin Genel Başkanı Bülent Ecevit ile MHP’nin Genel Başkanı Alpaslan Türkeş, emperyalizmin gökte ararken yerde bulduğu insanlar gibi oynadılar, kendi tabanlarını kışkırtmada âdeta yarıştılar.

Mamafih Alpaslan Türkeş, 1977 ortalarında durumun vahametini idrak ederek “Gönül Seferberliği” sloganıyla karşı tarafa barış eli uzattı ise de artık çok geçti!

Ecevit’in kışkırtmalarına devam etmesi, emperyalizmin her iki karşıt grup içerisine sokmuş olduğu ajanlarının da kışkırtmaları sebebiyle onun bu teşebbüsünün olumlu hiçbir etkisi olmadı.

Dört kuvvet komutanıyla beraber ABD adına darbeyi gerçekleştiren Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, Devletin başına geçip oturdu. ABD acaba daha önce Türkiye’den neleri isteyip alamıyordu da Kenan Evren’den bunları almıştır?

Bunların içinde bizim gördüklerimiz ve de göremediklerimiz vardır. Bu ayrı bir yazı konusu ama başlıcası, İsrail’le uyumlu, Sovyetlerden uzak, kendilerine tâbi bir dış politika ve de savunma sanayiinden uzak durulmasıdır!

O yıllarda Yunanistan, uzun zamandır NATO’ya girmek istiyordu. Ancak darbe öncesindeki hükûmetlerimiz NATO’da bunu veto ederek engelliyorlardı. Kenan Evren başa geçer geçmez NATO Başkomutanı Rogers’ın talebi üzerine, karşı taraftan hiçbir şey almadan Yunanistan’a karşı blokajı kaldırdı ve böylece Yunanistan, NATO üyesi olabildi. Devletimiz bunun zararını bugün görüyor!

12 Eylül Darbesi ile ülkede sağ-sol kavgası durduruldu ama bu defa da Kenan Evren idaresinin zulmü başladı. Ülkücü, Devrimci ve Kürtçü suçlamasıyla binlerce insan tutuklandı, suçsuz yere cezaevlerine atılıp akıl almaz işkencelere maruz bırakıldı; onlarcası idam edildi, onlarcası işkence altında hayatını kaybetti yahut sakat bırakıldı. Ülkede bir korku rejimi meydana geldi. Siyâsî partiler kapatıldı, yöneticileri tutuklandı, sürgüne gönderildi.

MHP’nin Genel Başkanı Alpaslan Türkeş dâhil, partisinin ve Ülkücü derneklerin bütün yöneticileri Mamak Askerî Kışlasına hapsedilip yargılandı. Yurtdışına kaçabilen canını kurtardı, Mamak’ta Ülkücülere ve Solculara çok büyük işkenceler yapıldı.

Bir sürü suçsuz Kürt vatandaşı, Kürtçülük suçlamasıyla Diyarbakır Cezaevi’ne hapsedilerek insanlık dışı işkencelere maruz bırakıldı. PKK’nın ortam bulmasının en önemli sebeplerinden biri, Kürtlere bu kitle hâlinde yapılan zulümdür!

Kenan Evren yönetiminin ülkeye yaptığı en büyük kötülüklerden birisi de, 12 Eylül öncesi yaşanan sağ-sol kavgasının sebebini, gençlerin ideoloji sahibi olmalarına bağlaması ve bu sebepten yeni nesillerin fikirden uzak, hayatı eğlencesiyle yaşayan gençler olarak yetişmesini hedef alan bir eğitim programı uygulatmasıdır.

Kenan Evren’den sonra tekrar, yarım yamalak da olsa merhum Turgut Özal’ın Anavatan Partisi iktidarıyla bir demokratik idareye geçildi. Turgut Özal her ne kadar Amerika’ya hayran bir insan ve ABD ile azamî iyi ilişkiler içinde olma gayretinde olmuş ise de, bu dahi ABD’yi tatmin etmemiş, illâ ki bir askerî diktatörlük özlemi içinde Özal’ı önce suikastla ortadan kaldırmak istemiş, olmayınca da zehirleterek öldürtmüştür.

28 Şubat 1997 Post-Modern Darbesi ve nihâyet 15 Temmuz 2016 başarısız FETÖ darbe teşebbüsleri de ABD’nin işidir.

Emperyalizm elbette ülkemizin yakasını asla bırakmak istemeyecektir. Buna karşı en büyük şansımız, milletimizin bilinçlenmiş olması ve Devletimizin başında bütün bu oyunlara vâkıf, cesaret ve dirayet sahibi Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın bulunmakta oluşudur. Onun ve Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin sağladığı avantaj sayesinde, her türlü zorluk ve sıkıntıya rağmen bugün ülkemizde bir istikrar ve güven ortamı mevcûttur.

Mevlâ’mız, geleceğimizi daha parlak eylesin! (Âmin.)