Ne dersiniz, belediyeler kapatılsın mı?

Belediyeler kapatılmaz yahut fonksiyonları tekrar düzenlenmezse, mevcut sistemde belediyeler arasındaki eşitsizlikler (bütçe, personel, altyapı) ve bazı belediyelerdeki yönetim sorunları devam eder. Yolsuzluk ve verimsizlik sorunlarını azaltmak için belediyelere daha sıkı malî ve idarî denetimler ve sınırlamalar getirilmelidir. Ayrıca valilik, büyükşehir ve ilçe belediyeleri arasında yetki çatışmalarını azaltmak için roller netleştirilebilir. Hizmetlerin daha verimli hâle getirilmesi için belediyelerde dijital dönüşüm hızlandırılabilir.

“TÜRKİYE’de belediyeler, 5393 sayılı Belediye Kanunu’na göre çeşitli görev ve sorumluluklar üstlenir. Belediyelerin temel işlevleri, yerel halkın ihtiyaçlarını karşılamak ve kent yaşamını düzenlemektir.”


Türkiye’de 2022 itibarıyla bin 391 belediye bulunmaktadır. Bu sayı, 2013 yılında yürürlüğe giren 6360 sayılı Kanun ile küçük belde belediyelerinin ilçe belediyeleriyle birleştirilmesi üzerine 2009’da 2 bin 947 gibi bir rakamdan aşağıya çekildi. Şu an 30 büyükşehir, 51 il, 519 büyükşehir ilçe, 403 ilçe ve 388 belde belediyesi var. Peki, nasıl “var”? 


Bazılarını tenzih ediyorum, çoğu borç batağı içinde. Belediyeler milletin sırtında yük değil mi? Yaşananları hep beraber izliyoruz. “Al birini, vur ötekine” misali, vatandaşa hizmet dışında, maşallah her işte “var”lar. Devletin ve milletin sırtında kambur olmuşlar. Şimdi soralım: Olmazsa olmazlar mı bunlar? Yerel hizmetler, belediyesiz çok daha düşük maliyetlerle görülemez mi? 


İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2024 itibarıyla toplam borcu 193 milyar TL


Bu sorular üzerinde ciddi şekilde düşünmek zorundayız. Şaka değil, gerçek. Zira tablo ortada. Türkiye’deki belediyelerin toplam borcu hakkında kesin ve güncel bir rakam vermek zor, ancak mevcut bilgiler ışığında görünene göre belediyelerin borçları farklı kategorilerde (SGK prim borçları, banka kredileri, müteahhit borçları, İller Bankası borçları gibi) değerlendiriliyor ve bu borçlar dönemsel olarak değişiklik gösterebiliyor. Ki inanılmaz rakamlar ortaya çıkıyor. 


Yurt dışı kredilerle borç batağına düşmüş olanlar da var. Örnek olarak İBB gerçeği ortada. İBB’nin SGK prim borçlarının Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’ın 2024 Temmuz ayındaki açıklamasına göre 96 milyar TL olduğu görülüyor. Bu sadece SGK borcu. En borçlu belediyeler arasında Ankara (5,7 milyar TL), İzmir (5,3 milyar TL), İstanbul (3,3 milyar TL), Adana (3 milyar TL) ve Şişli (1,8 milyar TL) yer alıyor. Ayrıca genel borç stoku hakkındaki Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın 2018 verilerine göre belediyelerin ve işletmelerinin toplam borcu 3,276 milyar dolar. Bu borçların büyük kısmı Hazine garantisi dışında. 2019 yılında Sayıştay raporlarına göre, belediyelerin İller Bankası’na olan borcu 15 milyar 42 milyon TL (yaklaşık 3,5-4 miyar dolar seviyesi). Şimdiki rakamı güncel bazda siz düşünün! 


2024’te CHP’nin açıklamalarına göre, diğer partilerden devralınan belediyelerin toplam borcu 100 milyar TL seviyesinde. Özellikle Balıkesir (15,5 milyar TL), Bursa (30 milyar TL) ve Şanlıurfa (11,2 milyar TL) gibi belediyeler yüksek borçlarla öne çıkıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2024 itibarıyla toplam borcu 193 milyar TL olarak açıklandı. Battı balık yan gider, belediyelerin toplam borcu, SGK prim borçları, banka kredileri, İller Bankası borçları ve diğer kalemler dikkate alındığında, milyarlarca dolarlık borç yükü.


Şöyle ilgili kanuna bir bakarsak, belediyelerimizin yükü epey ağır: İmar plânları hazırlamak ve uygulamak; yol, su, kanalizasyon, elektrik ve doğalgaz gibi altyapı hizmetlerini sağlamak veya koordine etmek; toplu taşıma sistemlerini düzenlemek ve denetlemek; çöp toplama, geri dönüşüm ve atık yönetimi; cadde, sokak ve parkların temizliğini sağlamak; çevre kirliliğini önlemek için denetimler yapmak; halk sağlığını korumak için denetimler (gıda, restoran, market vb.) yapmak; sosyal yardım programları yürütmek (yoksullara gıda, yakacak yardımı vb.); cenaze ve defin hizmetleri sunmak; kültürel etkinlikler, festivaller ve sergiler düzenlemek; spor tesisleri, kütüphaneler ve kültür merkezleri işletmek, eğitim ve kurs programları sunmak; yeşil alan ve rekreasyon ile park, bahçe ve yeşil alanların bakımını yapmak; çocuk oyun alanları ve spor sahaları oluşturmak; zabıta hizmetleriyle kamu düzenini sağlamak, iş yerlerini ruhsatlandırmak ve denetlemek, trafik düzenlemelerine destek olmak; yangın söndürme ve kurtarma hizmetleri (büyükşehirlerde itfaiye), afetlere hazırlık ve müdahale plânları yapmak; pazar yerleri kurmak ve denetlemek, yerel ekonomiyi desteklemek için projeler geliştirmek gibi onlarca görev ve takip edilmesi gereken pek çok mevzuat var. 




Türkiye’nin gayrisafi millî hasılasının yüzde 60’ı belediyelerde buharlaşıyor; her türlü israf, yolsuzluk, hırsızlık ve usulsüzlük “belediye” denilen batakhaneler üzerinden yapılıyor. Acil olarak bunların elinden ihale yapma yetkisi alınmalı ve Kamu İhale Kurumu’na devredilmelidir. 


Türkiye’de belediyeciliğin “B”sini bilmeyen çok sayıda insan, belediye yönetiyor


Peki, nasıl olacak bu işler? Batırmışsınız. Yemişsiniz. Rant alanına çevirmişsiniz. Bu arada ilginçtir, belediye başkanı olarak bu konularda karar vermek için sahip olmanız gereken tek şey, vatandaştan yeteri kadar oy almak. Belediye başkanı seçilmenin liyakat olarak hiçbir ölçüsü yok. 


“Belediye başkanı karar verirken istişare eder” diyenleri duyuyorum da, bizde durum pek öyle değil. Hangi meclisin belediye idaresinde sözü ne kadar geçerli? Veyahut başkanımız, yeteri kadar eğitimi olmasa da, bu konularda yetersiz kalsa da, seçildikten sonra (hâşâ) sözünün üstüne kim söz söyleyebilir? Acı ama gerçek: Yok! 


Türkiye’de belediyeciliğin “B”sini bilmeyen çok sayıda insan, belediye yönetiyor. “Yaşasın benim partilim” düşüncesi seçmene yetiyor. Sonra da “Nerede hizmet?” feveranı. Ne ekersek onu biçiyoruz. “Kendim ettim, kendim buldum” misaliyiz. 


Bugün Türkiye’de il, ilçe ve kasabalarda ne kadar problem varsa, imar, iskân, yol, su, elektrik gibi “şehir” denince akla gelebilecek her alanda ne kadar problem varsa, bunların tamamının faili, o yeri idare eden belediyelerdir, bu kadar net. Yani “şehri yönetmek” görevi olan belediyeler, şehirlerini perişan etmişlerdir. Örneğin depremler Türkiye’de yüzlerce kez can almışken, bütün sebep belediyelerin imar işindeki aktifliği olabilir mi? Kul hakkı ve devlet hakkının su gibi bol ve boşa harcanmasıyla belediyelerin sebep olduğu kamu zararını, işini düzgün yapan, alın teri ile para kazanıp vergi veren esnaf karşılamıştır, öyle değil mi? Kısacası belediyeler, bu hâliyle Devletimizin kaldıramayacağı bir yük olmuşlardır. Belediye sınırları dışında kalan yerlerde imar başıboş bırakılmış, sonra şehirler büyüyünce o çarpık yapılaşma şehrin ortasında kalmıştır. Birçok belediye, işte o çarpık yapılaşmayı devralmak zorunda kaldı. Hazine arazilerinin yağmalanmasıyla gecekonduya dönüşmesinde ise Kadastro suçlu. Ah ki, nereyi tutsak elimizde kalıyor. 


Yerel yönetimde reform arayışlarını düşünmek


Bir yerel bölgenin bin tane başı olmaz. Belediye başkanı, kaymakam, vali, il özel idare müdürü, alay komutanı, bölge müdürü… Her biri bağımsız. Hepsi kendine göre o şehrin lideri. 2005 yılına kadar belde belediyelerinin bile imar yetkisi vardı. Tekrar seçilme derdi olanların bu sorunları çözmesi çok kolay olmuyor. Bu konuyu anayasa ile teminat altına almalıyız artık.


Her beldenin iyi kötü bir hikâyesi var ama gerçek şu: Artık Türkiye için belediyelerin mevcut hâlinin çağdışı bir seçenek olduğunu konuşmak ve gerekeni yapmak vakti geldi de geçiyor. Belediyeler belediye olmaktan çıkıp siyâsînin partinin il, ilçe başkanlığı hâline dönüştü. Siyaset hiç bu kadar yerel yönetimlere sıçramamıştı. Seçilir seçilmez, binlerce, on binlerce insanı “Sen AK Partili/ MHP’lisin” diye işten atanlara şahit olmadık mı? 


2025 yılı belki bir milât olur ve imar, iskân, yol, su ve ruhsat işleri belediyelerden alınır diye ümit ediyorum. Ve bunların tamamı, doğalgaz ve elektrik de dâhil olmak şartıyla, kamuda ilgili kurumlara verilebilir. İmar işleri müteahhitlerin ticarî yatırımları olmaktan çıkar böylece. 


11 vilâyeti yıkan 6 Şubat Depremi’nden sonra ortalıkta ne müteahhit, ne de belediye vardı. Daha ne zaman aklımız başımıza gelecek? Yeni bir kültür ve medeniyet ibdâ ve inşâ etmek işiyle uğraşmalıyız. Belediyelerin kaldırılmasını yahut fonksiyonlarının yeniden organize edilmesini düşünmek zorundayız, olup olmaması konusunu değil. “Belediyeler birdenbire ortadan kalktı ve artık yoklar” diye düşünün, 

6 Şubat’tan günümüze kadar olduğu gibi, “iyidir, kötüdür” şeklinde değil. Çünkü günümüzde belediyeden geçinenlere göre belediyeler iyi. Peki, vatandaş ne diyor? Soruluyor mu bu? Belediyeden nemalanamadıkları için “kötüdür” diyenlerden de uzak durmak lâzım. Dolayısıyla bu polemiğe girmeden “Belediyeler yoktur” diyelim ve işi diğer kamu kurumlarıyla nasıl yürüteceğimizi ele almayı düşünelim. Çözüm için radikal düşünmek şart!




Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde, belediye başkanı seçilmiş bir şahıs, ülkesini yöneten bir cumhurbaşkanına meydan okuyamaz ve hakaret edemez. “Sen kimsin?” diye sorarlar. Bizde gördük ki, belediye başkanları ülkemizin Cumhurbaşkanı’na utanmadan racon kesiyor. Bu nasıl haktır? 


Meselâ, belediye batakhanelerindeki “fen işleri” denilen ucube kurum kapatılsa ne olur? Sokaklarda mendil satan garibanları dövmekten başka bir marifeti kalmayan, “zabıta” denilen lüzumsuz birim kapatılsa ne olur? Belediyelerin kültür daire başkanlıklarının organize ettiği, “kültürel etkinlik” adı altında soygun festivali olarak düzenlenen iş yasaklansa kâr olmaz mı? Sergi, konser, konferans, seminer, tanıtım, öğrenim desteği ve sosyal tesis işletmeciliği gibi karanlık ve takibi zor alanları ile belediyeler arasında kesin ve keskin bir sınır çizilse, nasıl olur? 


Meselâ, hangi parti mensubu olduğuna bakılmaksızın, tüm belediyeler geriye dönük olarak 10-15 yıllık tüm hesaplarının inceleneceğini bilseler, Türkiye bütçesinin yarısının aktarıldığı, hizmet yapmayan, rant kapısına dönüşen belediyelerden imar yetkisi alınsa, kimler başkan adayı olur? Ya da imar Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na, su Devlet Su İşleri’ne, yol-asfalt-kaldırım işleri Karayolları Genel Müdürlüğü’ne, zabıta hizmetleri Emniyet Teşkilatı’na bağlansa, bugünkü durumdan daha mı kötü olur? 


Belediyeler neden nikâh kıyarlar, onu hiç anlamam. Sonuçta nikâhın manevî/ dinî ve hukukî/ sicil yönü var. Bozamayacağı şeyi niye belediye kurar? Şimdi artık kıyabiliyorken, müftülük, aile mahkemesi ve nüfus müdürlüğü bu işi görse, bir anlamı olur. Sonuçta mahkeme bozuyor, sicil işliyor… Nikâh kıymak niçin belediye hizmeti olarak görülmüş, anlamak güç. 


Sayalım mı daha?


Yıllardır aynı döngü söz konusu: Yetki, salahiyet, sorumluluk kimin? Yetki 50’ye bölünürse, sorumluyu da bulamazsın. Bu yüzden diyorum ki, “Belediyeler kapatılmalı”. İl, ilçe; hepsi! 


Seçim oldu, Cumhurbaşkanı seçildi. Her ile vali yetkisinde bir kişi atayacak ve o ilin tüm sorumluluğu onda olacak. İlçeler de ona bağlı olacak. O kişi her ilçeye bir koordinatör atayacak. Denetim ve yetkilendirme sadece Devlet eliyle olacak. Muhatap belli; varsa suç, eksik veya ihmâl, hesabı ondan sorulacak. Basit ve net! 


Meselâ İzmir kokuyor: Yetki belediyede mi, bakanlıkta mı? İyi olunca haneye yaz, suç varsa karşıya at… İşte bu döngü başka türlü kırılamaz! 


Belediyeler yolsuzluğun merkezi hâline geldi


KİT’ler kapatıldı ama belediyeler KİT’leşti. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu. Devletin ve ekonominin sırtına yük olmaya başlayan bir “belediyeler” gerçeği var karşımızda. “Bu belediyecilik tablosu, bir kokuşma tablosuna doğru gidiyor” demeyeceğim, çünkü gitti. Her yerden pis kokular geliyor. Belediyeler yolsuzluğun merkezi hâline geldi. Ki artık yolsuzluk da kokuşmaya başladı. Hizmet sınırlı, skandal çok! 


İşin ehli olmayan ve bol bol vaatte bulunan, yapmadığının hesabını vermeyen belediye başkanları, halkın siniriyle oynamaya başladı. Halk soruyor: “Belediye dediğiniz oluşum ne işe yarar? Ne konut arzını karşılıyorsunuz, ne de trafik sorununu çözebiliyorsunuz. Fahiş kiralar aldı başını gitti, sokaklar düzensiz, başıboş köpekler ortada, çevre ise rezalet. Ama rant şahane! İş, konser ve etkinlik yapmaya gelince, maşallah animatör gibisiniz.”


Antalya’da teleferik faciası olur, belediyenin suçu olmaz. İzmir’de yoldan geçen insanlar elektrik akımına kapılarak ölür, belediyenin suçu olmaz. Beşiktaş’ta insanlar yanarak can verir, belediyenin suçu olmaz. Bolu’da yangında 66 kişi can verir, belediyenin suçu olmaz. Küçükçekmece’de küçük bir çocuk, su birikintisi dolu çukura düşerek can verir, belediyenin suçu olmaz. İyi de, neden bu belediyeler var kardeşim? Kapatın gitsin! 


Belediyeler beylik değil, kamu kurumudur. Sahibi de belediye başkanı değil, millettir. Kurumlar eşe dosta, akrabaya, karı kocaya makam bulmak için değil, millete hizmet için vardır. Peki, belediye başkanları özerk beylik gibi hareket etmiyorlar mı? Belediyeler, bu görevleri yerine getirirken bütçelerini genellikle emlâk vergisi, çevre temizlik vergisi gibi gelir kaynaklarından sağlıyorlar. Böylece “Ye babam ye!” oluyor.


Belediyelerde gündeme gelen yolsuzluk veya kötü yönetim iddiaları, bu kurumların gerekliliğini sorgulatan bir faktör olarak artık öne çıkıyor. Hizmetlerin tek elden (merkezî hükümet tarafından) yönetilmesi daha düzenli ve standart bir hizmet anlayışının oluşmasına da sebep olabilir. Nüfusu az olan küçük belediyeler, altyapı, personel ve uzmanlık açısından yetersiz kalabiliyorlar. Bu durumda hizmetlerin birleştirilmesi veya merkezî bir yapıya devredilmesi kaliteyi de arttırabilir. 


Evet, her bölgenin coğrafî, kültürel ve ekonomik ihtiyaçları farklıdır. Evet, belediyeler bu ihtiyaçlara özel çözümler üretebilirken, merkezî yönetim daha genel politikalar uygulayabilir. Belediyeler çöp toplama, yol bakımı, zabıta hizmetleri gibi günlük yaşamı doğrudan etkileyen konularda hızlı müdahale edebilir; merkezî yönetimde bu süreçler daha yavaş ve bürokratik olabilir. Evet, belediyeler yerel festival, spor etkinlikleri, eğitim programları gibi toplumu bir araya getiren faaliyetler düzenler. Bu, merkezî yönetimin genellikle odaklanmadığı bir alandır. Evet, belediyeler özellikle itfaiye ve zabıta gibi birimleriyle, acil durumlarda hızlı tepki verebilir. Bu yetkinin tamamen merkezî yönetime geçmesi, koordinasyon sorunlarına yol açabilir. Belediyelerin kapatılması, tüm hizmetlerin merkezî hükümete devredilmesi anlamına gelir. Bu, kısa vadede maliyet tasarrufu sağlayabilir, ancak yerel ihtiyaçların göz ardı edilmesi, hizmet kalitesinde düşüş ve demokratik katılımın azalması gibi riskler taşıyabilir. Ayrıca merkezî yönetimin mevcut iş yükü düşünüldüğünde, yerel hizmetlerin aksaması muhtemel olabilir. Ancak belediyeler kapatılmaz yahut fonksiyonları tekrar düzenlenmezse, mevcut sistemde, belediyeler arasındaki eşitsizlikler (bütçe, personel, altyapı) ve bazı belediyelerdeki yönetim sorunları devam eder. Yolsuzluk ve verimsizlik sorunlarını azaltmak için belediyelere daha sıkı malî ve idarî denetimler ve sınırlamalar getirilmelidir. Ayrıca valilik, büyükşehir ve ilçe belediyeleri arasında yetki çatışmalarını azaltmak için roller netleştirilebilir. Hizmetlerin daha verimli hâle getirilmesi için belediyelerde dijital dönüşüm hızlandırılabilir. 


Diyeceğim şu: Belediyelerin kapatılması konusu oldukça karmaşık ve çok boyutlu bir tartışma meselesi. Ancak artık bu konuda net bir “Evet” ya da “Hayır” cevabı vermek yerine, konunun artı ve eksilerini, Türkiye’deki mevcut sistemi ve olası sonuçları değerlendirmenin vakti geldi de geçiyor.


Sözün özü: Yerel yönetimler konusunda artık köklü bir değişim, bir devrim şarttır


Nüfusu az ve kaynakları kısıtlı belediyeler birleştirilerek yahut kapatılarak daha etkin yönetim sağlanabilir. Meselâ 50 binlik nüfusun altında olan belediyelerin görevini kaymakamlar yapabilir. Yani görev, sorumluluk ve yetkileri illerde valiye, ilçelerde kaymakama devredilmelidir. 


Türkiye’nin gayrisafi millî hasılasının yüzde 60’ı belediyelerde buharlaşıyor; her türlü israf, yolsuzluk, hırsızlık ve usulsüzlük “belediye” denilen batakhaneler üzerinden yapılıyor. Acil olarak bunların elinden ihale yapma yetkisi alınmalı ve Kamu İhale Kurumu’na devredilmelidir. Belediyelerdeki “fen işleri” denilen ucube kurum da sokaklarda mendil satan garibanları dövmekten başka bir marifeti olmayan, “zabıta” adlı lüzumsuz kurum da kapatılmalıdır. Belediyelerin kültür daire başkanlıkları kaldırılmalı ve belediyeler “kültürel etkinlik” başlıklı soygundan menedilmelidir. Nikâh kıyma vazifesi kaymakamlığa ve nüfus müdürlüğüne, zabıta görevi Emniyet’e, imar görevi ise bakanlığa devredilebilir. Sergi, konser, konferans, seminer, tanıtım, öğrenim desteği ve sosyal tesis işletmeciliği gibi hırsızlık alanları ile belediyeler arasında kesin ve keskin bir sınır çizilmelidir.


Hangi parti mensubu olduğuna bakılmaksızın, tüm belediyelerin geriye dönük olarak 10 yıllık harcama işlemlerinin tamamı incelenmelidir. Türkiye’de yaklaşık 53 bin muhtar bulunuyor ve Hazine, her ay bu lüzumsuz görevi yapanlara ulûfe dağıtıyor. Bu gereksiz birim kapatılmalıdır. Enflasyonist politikalarla kanunsuz vergi toplayarak Türkiye’nin varacağı bir menzil yoktur. 


Ayrıca burada değinmedik ama dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde, belediye başkanı seçilmiş bir şahıs, ülkesini yöneten bir cumhurbaşkanına meydan okuyamaz ve hakaret edemez. “Sen kimsin?” diye sorarlar. Bizde gördük ki, belediye başkanları ülkemizin Cumhurbaşkanı’na utanmadan racon kesiyor. Bu nasıl haktır? 


Bu nedenlerle yerel yönetimler konusunda artık köklü bir değişim, bir devrim şarttır. Sınırlar kalın çizgi ile çizilmelidir. Bu işi bu ülkede, ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan gerçekleştirebilir. Çünkü “hayâl” denilenleri gerçeğe dönüştüren bir dünya lideri o...